11 Şubat 2018 Pazar





EDİRNE



edirne yazısı ile ilgili görsel sonucu


İSTANBUL'DAN EDİRNE'YE

      İstanbul'dan Edirne'ye seyahat etmek için hafta sonu oldukça yeterli bir zaman dilimi.
Biz cumartesi günü sabahı çıktık yola. Kahvaltımızı evde yaparak öğle yemeğinde sıcak tava ciğerinin hayaliyle düştük yollara.


 Yaklaşık 3 saat süren yolculuğumuzun sonunda Edirne'deydik.

Önceden rezervasyonla yerimizi ayırtığımız Trakya City Hotel'e yerleştik.  Otel şehrin tam merkezinde ve hizmet kalitesine göre fiyatı gayet uygun. Ayrıca önünde ücretsiz otoparkı da var.

      Biz odamıza eşyalarımızı bıraktıktan sonra soluğu otele 15 dakika uzaklıkta olan "Aydın Tava Ciğer " de aldık.

 Ciğercinin önünde sıralanmış insan kalabalığı görürseniz ürkmeyin çünkü sıra hızlıca ilerliyor ve ciğercinin çalışanları bir an önce yemeğinizi yemeniz için çabalıyorlar.

      Biz havanın ılıklığını değerlendirmek adına dışarıda yemeği kabul ettik ve sıra beklemeden oturduk ve kısa sürede kıtır kıtır yaca ciğerlerimizi ve yanında ikram edilen kızarmış kuru biberlerimizi ve acı biber sosumuzu yemeğe koyulduk.

      Yemeğimizi bitirip gezmeye hazırlanırken gözümüz hemen yan dükkandaki "Tatlı Konağı" tabelasına ilişti. vitrindeki taze peynir ve kemalpaşa tatlılarını da görünce ziyaret etmeden geçemedik. Burada tahinli ve kaymaklı kemal paşa tatlılarımızı yedikten sonra bulunduğumuz yere 15 dakika uzaklıkta olan heybetli Selimiye Camii'ne yürümeye başladık. Yolumuzun üzerinde bulunan "Eski Camii"yi de ziyaret etmeyi ihmal etmedik.




   Selimiye Camii'ne vardığınızda Camii'nin önündeki güvercinlere yem atabilir ve camiiyi ziyaret etmeden önce hemen altında yer alan Selimiye Arastası'na girebilirsiniz. Biz de öyle yaptık.
      Selimiye Arastası içerisinde tarihi eşyalar satan küçük esnafların olduğu tarihi bir çarşı. Çarşıda gezip size Edrine'yi hatırlatacak bir kaç hediyelik eşya satın aldıktan sonra hiç çarşıdan çıkmadan içerideki merdivenler ile Selimiye Camii'nin avlusuna çıakbiliyorsunuz.
     Camii'nin avlusuna geldiğinizde camiinin heybeti başınızı döndürmeye başlıyor.
İçeri girdiğinizde ise başınızı yukarı kaldırdığınızda dünyanın en büyük kubbesi ile göz göze geliyorsunuz. İçeride tam ortada bir şadırvan var şadırvanın ayaklarında birinde ters bir lale yer alıyor. Bu lalenin bir hikayesi var. Biz gezerken gördüğümüz topluluğa yanaştığımızda uzun yıllar camiinin imamlığını yapan amcanın Ters Lale ile ilgili olan hikayesine kulak misafiri oluyoruz.
Hikaye şöyle anlatılıyor:
     Rivayete göre, caminin inşa edileceği alan önceden bir lale bahçesidir. Ancak bahçenin sahibi burayı satmak istememiştir.En sonunda camiye bir lale motifi konulması şartıyla arsayı satmıştır.Mimar Sinan da lale motifini "ters" olarak yapmıştır.Lale motifi bu arsada bir lale bahçesi olduğunu, ters olması ise sahibinin tersliğini temsil etmektedir.
      Camii'den çıkınca bahçesinde yer alan "Türk ve İslam Eserleri Müzesi" ni ziyaret etmeyi sakın atlamayın. Müzede Mimar Sinan'ın bal mumu heykeli, el yazması Kur'an gibi sizi etki altında bırakacak bir çok eser mevcut.

Buradan çıktığınızda ise tam karşınızda yer alan kapıdan Camii'yi terk ediyorsunuz. Camii'nin hemen dışında bir açık hava müzesi göreceksiniz. Burası eski zamanlardan kalma mezar taşlarının sergilendiği bir yer. Girişteki bilgilendirici yazıyı okuduğunuzda mezar taşlarının üzerinin başlık şeklinde yapıldığını ve bu başlıkların ölen kişinin mesleğinden izler taşıdığını öğreneceksiniz.
     Bu müzenin diğer kapısından çıktığınızda ise karşınıza "Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni göreceksiniz. Burada eski Trak Uygarlığından tutunda Osmanlı'ya kadar bir çok zamanda izler karşınıza çıkacak.
      Biz müze gezmekten yorulunca soluğu yine şehir merkezinde aldık. Meydandaki kahvelerden birine oturarak çay ve kahve molası verdikten sonra Edirne'deki diğer tarihi eserleri ziyaret etmek için arabamıza atlayarak yola çıktık.
   İlk Durağımız  Meriç Köprüsü üzerinden geçerek gittiğimiz   "Sultan II. Beyazıt Külliyesi ve Sağlık Müzesi" oldu. Önceden şifahane ve ruh ve sinir hastalıklarının tedavisi olarak kullanılan külliyede, zamanında hangi alandaki hastalıkları tedavi etmek için kullanılmışsa hepsi mankenler kullanılarak canlandırılmış. Her  birim ile ilgili bilgiler duvarlara ayrı ayrı ve açıklayıcı olarak asılmış. Yan biriminde de öğrencilerin eğitim aldıkları yerler var. Oralarda da mankenlerle ziyaretçilerin gözünde külliyenin nasıl kullanıldığı canlandırılmaya çalışılmış.  Bilgi edinerek müzeyi gezmek isterseniz 2-3 saatinizi ayırmanızı tavsiye ederim.

2. beyazıt külliyesi ile ilgili görsel sonucuSağlık Müzesi'nden çıkıp yolunuza devam ettiğinizde ise karşımızda Mimar Sinan tarafından yapılan, Adalet Kasrı Kulesi çıkıyor.Fakat bu yalnızca bir kule ve içine girilmesine müsâde edilmiyor. Hemen bitişiğinde bulunan Fatih Köprüsü ile güzel bir görüntü oluşturuyor. 
Yanında bulunan tarihi yer ise Balkan Şehitliği. Civarında bulunan stadyum Kırkpınar Güreş Stadyumu ve Edirne'ye özgü yağlı güreşlerin yapılması için kullanılıyormuş.
       Bu kadar tarihi yeri bir günde gezince haliyle yorulduk ve dinlenmek üzere odamıza çekildik.
tunca nehri hanedan restaurant ile ilgili görsel sonucuArdından akşam yemeği için rezervasyon yaptırdığımız Tunca Nehri Kıyısındaki "Hanedan Restoran" a gitmek üzere yola çıktık. Cumartesi akşamı canlı müziğinde olduğu mekanda kırmızı et ağırlıklı menüden, meze ve yemek siparişlerimiz ile keyifli bir akşam geçirdik.
      Sabah uyandığımızda menemenli bir kahvaltı yapmak istediğimiz için soluğu merkezde bulunan Mola Kafe'de aldık. Zengin çeşitleri ile salaş ve uygun bir yerdi. Hemen yanında bulunan Tadım Kafe ise yine Edirne'de kahvaltı yapılacak ünlü yerlerden biri.
     Kahvaltıdan sonra Edirne'nin merkezindeki üç tarihi camiinin arasındaki sokaklarda ve Saraçlar Caddesi'nde gezindikten sonra başlayan yağmurun da etkisiyle arabamıza atlıyor ve Edirne'deki son görmek istediğimiz yer olan "Karaağaç" a gidiyoruz.
karaağaç edirne ile ilgili görsel sonucu

Ağaçlı caddeleri ve sakin sokaklarıyla bizi karşılayan Karaağaç'a hayran kalıyoruz. Tarihi tren istasyonunu da yanından geçip gördükten sonra Meriç Nehri kıyısındaki pirinç tarlalarına paralel devam ediyoruz.
      Edirne'den ayrılmadan son bir kez daha "Aydın Tava Ciğer" de karnımızı doyurmak istediğimizden; pazar günü tek açık şubesi  "Margi Outlet"te olduğundan rotamızı oraya çiziyoruz.
Yemek yedikten sonra geldiğimiz yollardan İstanbul'a doğru dönüş yolculuğuna başlıyoruz.  




  

7 Ağustos 2017 Pazartesi

EGE SEYAHATİ


      


    

EGE SEYAHATİ 






         Yurt dışı tatillerini sevdiğimiz kadar yurt içi tatillerine de bayılıyoruz. Özellikler rotamızı Ege'ye çevirince keşfedilmemiş koylar, sakin kasabalar, emekçi insanlar , mavi ve yeşilin her tonu sizi sarıp sarmalıyor. Hal böyle olunca biz de Ege'nin görmek istediğimiz yerlerini derleyip düştük yollara.
Nereleri mi gördük dersiniz?
Seferihisar-Sığacık
Muğla-Bodrum
Muğla- Akyaka
Fethiye-Faralya ..

1. GÜN 

SEFERİHİSAR/SIĞACIK

       İstanbul'dan saat sabah 09.00 sularında Seferihisar Sığacık'a doğru başlayan yolculuğumuz tam 6 saat sürüyor. Yolculuk sırasında çok mola vermemeye özen gösteriyoruz. Yalnız acıkan karnımızı doyurmak için Manisa'nın Akhisar ilçesinin meşhur köftecisi Can Köfte'de yemek molası için duruyoruz. Can Köfte yol üzerinde değil, bu müthiş lezzeti deneyimlemeniz için Akhisar'ın içine girmeniz gerekiyor. Fakat köfte o kadar lezzetli ki ilçenin dar sokaklarında gezinirken kaybettiğiniz zamana değiyor. Üstelik fiyatları da oldukça uygun.

      Karnımız doyduktan sonra yine yollara düşüyoruz. Sığacık'a vardığımızda köyün en güzel yerlerinden biri olan kale içindeki Çakoz Pansiyon'a doğru yollanıyoruz. Pansiyon dünya tatlısı insanların işlettiği, ege konseptine uygun odaları olan temiz bir pansiyon. 

     Yerleşme işimizi tamamladıktan sonra, hava sıcaklığının da etkisiyle soluğu Sığacık'ın meşhur Akkum Plajı'nda alıyoruz.

akkum plajı seferihisar ile ilgili görsel sonucu
Akkum Plajı'nın belirli bir bölümü halk plajıyken bir bölümü beach'lere ayrılmış. Biz halk plajını tercih ediyoruz. Burada ücretsiz olarak; şezlong, duş ve şemsiye hizmeti sunuluyor. Fakat biz akşamüzeri 5 sularında gittiğimiz için yoğunluktan dolayı bu imkanlardan pek faydalanamıyoruz. Tahminlerime göre insanlar erken saatte gelip plajdan şezlong ve şemsiye kapıyorlar. Yer bulamadığınızda bizim gibi zeytinlerin gölgesinden de faydalanabilirsiniz. Bu güzel plajın denizi ise ortalamanın üzerinde bir deniz. 

     Denizde vakit geçirip batmak üzere olan akşam güneşinden de biraz faydalandıktan sonra, açıkan karnımızı bastırmak için plajda yer alan Osmanlı Cafe'ye geçiyoruz. Hamburger ve ayvalık tostu kötü bir tercih olmakla birlikte tazecik midyelerini kesinlikle tavsiye edebilirim. Midye ve bira eşliğinde güneşi Akkum Plajı'nda batırabilirsiniz.
     
     Deniz keyfinden sonra biraz istirahat etmek ve akşam yemeğine hazırlanmak için pansiyonumuza geçiyoruz. Daha önce rezervasyon yaptırmış olduğumuz üzere saat dokuzda Milos Restorant'a varmış oluyoruz. Milos Restorant Sığacık'ın tam merkezinde yer alıyor ve herkes tarafından biliniyor. Fakat bu mezeleri ile ün salmış balık restorantı asık suratlı çalışanları, ve sıradan mezeleri ile beklentimizi pek karşılamıyor. 

2. GÜN 

SEFERİHİSAR/SIĞACIK - ALAÇATI-URLA


      2. günümüz pazar gününe denk geliyordu. Bu da demek oluyordu ki Sığacık'ın meşhur pazarını gezip görme imkanımız olacaktı. Kaldığımız Çakoz Pansiyon, kaleiçinde olduğundan pansiyonun önündeki masalarda ettiğimiz kahvaltımız kurulan pazarın içinde kaldı. Böylece taze domates, biber, patlıcan... kokuları bizi sarıp sarmalıyordu.

     Hemen ardından pazar turumuza başladık. Tontiş teyzelerin yaptığı el emeği hamur işleri, bir çok el yapımı takı, taze sıkılmış nar ve karadut suları, el yapımı sabunlar...

     Pazar turumuzu tamamladıktan sonra kordonda sabah kahvemizi yudumladık. Ardından pazar kurulacağı için bazı sokakların kapatılmasından dolayı arabamızı çıkaramayacağımıza dair telaşa kapılsak da o sorunu da çözerek Teos Antik kentine doğru yola çıktık.

teos antik kenti ile ilgili görsel sonucu
   

      Teos antik kenti 3000 yıl önce inşa edilen yapıtlardan geriye kalanları gözler önüne seriyor. Geniş bir alan üzerine kurulmuş ve oklarla yönlendiriliyor, panolarda yazılanları okudukça bilgileniyorsunuz. Hava sıcak olduğundan ve açık havada gezmemiz gerektiğinden şapkanızı ve gözlüğünüzü yanınızda bulundurmanızı şiddetle tavsiye ederim.
     Tarih içinde yaptığımız gezi sonlandığında kendimizi açıkmış hissediyoruz ve soluğu Seferihisar'da alıyoruz. Seferihisar'ın merkezinde bulunan bir alışveriş merkezinin içerisine giriyoruz ve Mom's Mirror'a uğruyoruz. Tamamen güleryüzlü ve samimi personelin tavsiyelerine uyarak  Mom's burgerimizi yiyor ve buz gibi ev yapımı limonatamızı yudumluyoruz.
      Rotamızı yine Akkum Plajı'na çeviriyoruz. Yine geç saatte geldiğimizden halk plajında şezlong bulamayacağımızı bildiğimiz için, ücretli plajı tercih ettik. Akşam beşten sonra gittiğimiz için kişi başı 40 TL olan şezlonga 30 TL, otoparka da 10 TL ödeyerek yerlerimize geçtik. Halk plajındaki hizmetlere ek hiç bir hizmet görememekle birlikte Türkiye sınırları içerisindeki en yüksek şezlong ücretimizi ödemiş olduk.
       Bir çok aktiviteyi sığdırdığımız günümüzün akşam yemeği için Alaçatı'yı tercih ettik.
 Seferihisar'dan 1 saat uzaklıkta olan Alaçatı'ya kolaylıkla ulaştık. Çarşısı oldukça büyük, kalabalık ve lüks mekanlar barındıran Alaçatı'nın kalabalığından sıyrılarak, Club Baba mevkîne yeni açılmış olan Wish'e oturduk. Akşam yemeği için tercih ettiğimiz somon ızgara ve ananaslı tavuk oldukça farklı ve güzeldi.
         Tatili burada yapmayı seçtiğiniz takdirde, gereğinden çok harcama yapmayı da seçmiş olacağınız, kalburüstü kişilerin tatil yaptığı ve belirli saatten sonra lüks araçların gövde gösterisi yaptığı sokakların sahibi Alaçatı'dan ayrılıp. tatlı pansiyonumuzun yolunu tutuyoruz.

3. GÜN  

BODRUM


     Seferihisar Sığacık tatilimizi noktalayıp Bodrum tatilimize başlamaya hazırlanırken, rotamız üzerindeki bir kaç yere de uğruyoruz. Bunlardan ilki, daha önce Cem Seymen'in tanıttığı ve içerisinde kütüphane ve tiyatro salonu bulunan Bademler Köyü oluyor. Köy kahvesinde çayımızı içerek köy halkıyla sohbet etme hayallerimiz sıcaktan evlerine çekilen köy insanlarının kahvede olmaması sebebiyle suya düşüyor. 
      İkinci durağımız Urla. Urla sınırları içerisinde belediye desteğiyle bir bağ yolu yapılmış. Bağ yolu etrafına planlanan bağ ve şarap evleri henüz tamamlanamamış olsa da bir çok tam teşekküllü şarap üretim merkezini ziyaret edebilirsiniz. Biz Urla Şarapçılık'ı tercih ediyoruz. 


urla şarapçılık ile ilgili görsel sonucu

       Şans eseri girdiğimiz bu tesis    karşısında hayranlığımızı gizleyemiyor, iç kısımda bulunan şarap tadım görevlilerine doğru yöneliyoruz. Alanında uzman kişilerden oluşan çalışanlar bütün şaraplar hakkında detaylı bilgi vererek tadım konusunda yardımcı oluyorlar. Biz beğendiğimiz iki şişe şarabı arabamıza atıp yönümüzü Bodrum'a çeviriyoruz.

       Urla'dan ortalama 3,5 saat uzaklıkta olan Bodrum'a akşamüzeri ulaşıyoruz. Bodrum merkezde yer alan "White and Blue" isimli otelimize yerleşerek soluğu Bodrum Kalesi'ni gören beachlerden birinde alıyoruz. Batmakta olan güneşin tadını çıkarıyoruz. Bodrum merkezde harika bir deniz olmasa da bir çok bodrum ilçesindeki yoğunluğu göz önüne aldığımızda bize huzur veriyor. 

bodrum kalesi gün batımı ile ilgili görsel sonucu
   
     Akşam olduğunda Bodrum çarşısını turlamaya başlıyoruz. Fakat daha önceki yıllardaki Bodrum ziyaretlerimizde bulduğumuz tadı bulamıyoruz. İnsan kalitesinin düşmesinin esnafında kalitesini etkilediğini düşünüyoruz. 



Pansiyon işletmecimizin tavsiyesi üzerine rezervasyon yaptırdığımız "Kalamare" ye doğru yöneliyoruz. Mekan dar sokaklara masa atarak oluşturulmuş, beyaz tahta masa-sandalye ve güleryüzlü ve samimi çalışanların olduğu bir balık restoranı. Mekandan ızgara ahtapot, köpeoğlu ve hamsi marin mezelerinin tadı damağımızda kalkıp pansiyonumuzun yolunu tutuyoruz.

4. GÜN

BODRUM-AKYARLAR


     4. günün sabahında pansiyonumuzun  Bodrum Kalesi manzaralı terasında kahvaltımızı yaptıktan sonra, daha önce planladığımız gibi Akyarlardaki Karaincir Koyu'na doğru yola koyuluyoruz.  Bir arkadaşımızın tavsiyesi üzerine buradaki "Bal Mahmut" isimli mekana oturuyoruz. 

İlgili resim
         

         Önündeki kum plajında şezlonglar olduğu gibi kapalı bölümünde de yemek yiyebileceğimiz masalar bulunan bu mekanda; şezlong, duş, tuvalet ve otopark hizmetlerinden faydalanabilmeniz için kişi başı 30 TL harcama yapmanız gerekiyor. Fakat 2 kişi 60 liralık yiyecek ve içecek tükettiğiniz takdirde, şezlong, duş, otopark vb. hizmetlerden ücretsiz faydalanabiliyorsunuz. 




   Gittiğimiz ücretle plajlar içerisinde sunduğu hizmet ve ödenen para göz önüne alındığında oldukça kaliteli bir işletme. Deniz müthiş, çalışanlar ilgili ve güleryüzlü.. Bütün gün deniz ve güneşten faydalanmak istiyorsanız ideal bir yer. Ayrıca çiğ böreğini ve un helvasını tavsiye ederim.
       
     Bütün gün güneş altında keyif yaptıktan sonra, pansiyonumuzda biraz istirahat ediyor ve soluğu namı bütün Bodrum'a yayılmış olan Arka Pizza'da alıyoruz. Mekan sahiplerinin yurt dışı deneyimine sahip olduklarını mekanın Avrupaî havasından anlıyorsunuz. Yalnız mekan çok talep gördüğünden rezervasyonla gitmenizi tavsiye ediyorum. Burada yemiş olduğumuz pizza, pizzanın membaı olarak nitelendirilen İtalya'da bile yemediğimiz kadar lezzetli, Yalnız pesto soslu ev yapımı makarna için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. 
     Pizza ve makarnamıza eşlik eden şarabın da etkisiyle mayışıyor ve pansiyonumuza çekilip günü noktalıyoruz.

5. GÜN

MUĞLA- AKYAKA 

     Bodrumda geçirdiğimiz günlerin de sonuna geldikten sonra bugünkü durağımız Muğla - Akyaka oluyor. Sanırım bu tatilde vakit geçirmekten en keyif aldığım yer :)
    Bodrum'dan iki saatlik bir yolculuk sonunda çamların arasına gizlenmiş küçük evleri, buz gibi akan Azmak Nehri , sanatçılardan oluşan küçük çarşısı ve birbirinden konsept mekanlarıyla  Akyaka karşılıyor bizi.


akyaka evleri ile ilgili görsel sonucu



     Akyaka'ya ayırdığımız kısıtlı zamanımızı doya doya geçirebilmek için doğruca pansiyonumuz olan "Villa Yonca'ya" geçiyoruz. Villa Yonca Akyaka'nın ahşap evlerinden biri. İstanbul'lu çok hoşsohbet ve samimi bir çift tarafından işletiliyor. Temizlik , konfor, hizmet... ne isterseniz var.
      Pansiyon işletmecisi çiftimizin tavsiyesi üzerine Akbük Plajı'na gidiyoruz. Gidiş yolu dar ve yılan gibi kıvrılıyor. Bu nedenle 10 km'lik yolu 30 dk'da gidiyorsunuz. Akbük Plajı'nda deniz akvaryum gibi ve başınızı kaldırdığınızda çam ağaçları ile kaplı heybetli dağları görüyorsunuz.


akbük plajı muğla ile ilgili görsel sonucu

Yol kenarına sıralanmış 3-5 mekandan birini seçerek, hem gün boyu burada bir şeyler yeyip içebilir; hem de şezlong hizmetinden yararlanabilirsiniz. Fakat Akbük'te geniş bir plaj olmadığı için, denizin üzerine yapılmış sar iskelede dar şezlonglarda yer bulmakta zorlanacaksınız. Bu nedenle mekanlardaki şezlonglara yerleşmenizi, özellikle denizde yüzerken boşalan şezlongları saptayıp yer kapmanızı şiddetle tavsiye ederim. 





     Çünkü mekanlar başlangıçta kendilerini tercih etmeniz için size önden şezlong vaat etseler de sonradan pek oralı olmuyorlar.
     Akşamüzerine doğru deniz kenarındaki şezlongumuza uzandığınızda pırıl pırıl deniz ve dağ manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.
     Muğla Akyaka'da ilk günün akşamında, yine Villa Yonca işletmecilerinin tavsiyesi üzerine Azmak Nehri  kıyısındaki restoranlardan Kordon Restorant'a gidiyoruz. Yoğun olma ihtimaline karşı rezervasyon yaptırmış olmamıza rağmen rezervasyon saatinde gelmediğimiz iddiasıyla nehir kıyısındaki masalarda oturamıyor ve mekanın da yoğun olması sebebiyle gerilmiş olan garsonlara derdimizi anlatamıyoruz. Fakat mekandaki meze ve oldukça çeşitli ara sıcaklardan tadarak memnun kalıyor, çarşısında küçük bir tur attıktan sonra pansiyonumuza geri dönüyoruz.

6. GÜN

MUĞLA-AKYAKA 


     Muğla Akyaka'daki 2. günümüzün sabahında pansiyonumuzun bahçesindeki enfes kahvaltıyı tamamladıktan sonra, İncekum Plajı'na doğru yola çıkıyoruz. Akyaka ile İncekum Plajı arası yin 30 dakika sürüyor. Plaja ulaştığımızda aracımızı ücretsiz otoparka koyup tesis alanına giriş yapıyoruz.
Giriş için kişi başı 12 TL ödüyoruz ve içerideki bankalarda oturup shuttle olarak çalışan traktörün gelip bizi almasını bekliyoruz. Çok değil 5-10 dakika içinde traktör geliyor ve arkasındaki römorka atlayıp toprak yolu geçerek plaja ulaşıyoruz. 

muğla incekum plajı ile ilgili görsel sonucu


    İncekum plajında; şezlong, duş piknik masaları ve bir de küçük büfe mevcut. Kişi başı 10 TL ödeyerek bir şezlong kiralıyoruz. Fakat bu açık turkuvaz rengindeki şahane denizde sükûnet içinde yüzemeyeceğinizi belirtmek isterim.Çünkü tur tekneleri bu koyda mola veriyor, çocuklu aileler ve geleneksel piknik ekipleri bu plajı yoğun olarak tercih ediyor. 



      Neyseki biz kıyıda bulduğumuz bir boşluktan, denize girip açılabildiğimiz kadar açılıp, denizin sakin bir kısmına ulaşıyoruz. Öğle vakti plajdaki büfeden aldığımız balık-ekmekler ile karnımızı doyuruyoruz.

      Çok fazla güneş almadığı için mayo ve havlularımızı kurutmayı başaramadığımız koydan ayrılıp pansiyonumuza geçiyoruz.

      Akşam ise Akyaka merkezdeki Meşhur Akhisar Köftecisine oturuyoruz. Fiyat-performans olarak çok memnun ayrılmadığımız köfteciden, Kum Pub'a geçip canlı müziğin tadını çıkarıyoruz.

7. GÜN

AKYAKA-FARALYA-ÖLÜDENİZ 

akyaka plajı ula ile ilgili görsel sonucu
       Her gittiğimiz yerde iki gün konakladığımız Ege turumuzda düzeni ilk bozduran yer Akyaka oluyor. Burayı o kadar beğeniyoruz ki, 2. günün sonunda yapılacak daha çok şey olduğunu düşündüğümüzden Faralya'nın neredeyse bir gününü Akyaka'da harcıyoruz.
       Akyaka'daki her günün başlangıcı olarak Villa Yonca'nın bahçesindeki kahvaltımızı tamamladıktan sonra, otelimizin önündeki Akyaka Plajına gidiyoruz. Bu plaj da yine şezlong ve şemsiyeler ile kaplanmış. Şezlonguna oturduğunuz mekandan bir şeyler yeyip içtiğiniz sürece şezlong ve şemsiye parası ödemiyorsunuz.
      Akyaka Denizi kumlarla kaplı ve deniz oldukça sığ, biraz ilerlediğinizde derinleşiyor gibi görünse de bir süre sonra yine dizlerinizde olduğunu fark ediyorsunuz.
      Akyaka Plajı'nda deniz keyfimizi tamamladıktan sonra, Akyaka'ya gelenlerin kesinlikle yapması gereken faaliyete geliyor sıra. Azmak Nehri'nde tekne turu...

azmak nehri ile ilgili görsel sonucu
   
       Nehrin kıyısına gittiğimizde teknecileri insan sayısını denkleştirmeye çalışırken görüyor ve hemen gitmeye hazır olan tekneye, iki kişi için 20 TL ödeyerek tekne turumuza başlıyoruz.
       Azmak Nehri bizi güzelliğine hayran bırakıyor. Gezi teknesi kaptanı, buz gibi nehir suyunda yaşayan balık türlerini sayarken biz de aynı anda cam gibi nehir suyunda oynaşan balıkları seyrediyoruz. Kıyılarda bu soğuk suyun keyfini çıkaran insanlara da yer yer rastlıyoruz.
       Yaklaşık 20 dakikalık süren gezintimiz bittiğinde, son durağımız olan Faralya'ya doğru yola çıkıyoruz.

    Faralya'yı ayırdığımız iki günden ilkinin büyük bir bölümün Akyaka'da harcamış, akşamı etmiş olarak varıyoruz Faralya'ya. Fethiye'den sonraki dar ve virajlı yollar bizi biraz korkutsa da Faralya'nın güzelliği karşısında her şeyi unutuyoruz.
     Faralya  Sağlık Ocağı'nın yanından girdiğimizde karşımıza çıkan  pansiyonumuz Butterfly Guest House, zeytin ve çam ağaçlarının tam arasına inşa edilmiş, cır cır böcekleri sesinden başka bir ses duymayacağınız bir huzur yuvası.
     Pansiyonumuza gidip yerleştikten sonra akşam yemeği için çevrede yemek yiyecek yer olmadığından Ölüdeniz'e doğru tekrar yola çıkıyoruz.
     Ölüdeniz'deki esnaf tamamen yabancı turiste ayrılmış gibi geliyor bize. Türkçe levha görmekte zorlanıyoruz. Aynı şekilde yemek yiyecek Türk lokantası da . Toscana Ristorante Italiano isimli bir İtalyan restoranına oturuyoruz. Güleryüzlü ve yardımsever garsonlara sipariş verdiğimiz ızgara somonu bitirip memnun bir şekilde ayrılıyoruz.
     Ölüdeniz çarşısını turladıktan sonra dar ve virajlı yollardan bir kez daha geçip pansiyonumuza dönüyoruz.
   

8. GÜN

ÖLÜDENİZ-FARALYA

     Faralya'ya ayırdığımız iki günden birini Akyaka'da harcadığımız için, Kabak Koyu ve Kelebekler Vadisi'ni görmek için günümüzü dikkatli bir şekilde planlıyoruz. 

     Sabah dokuzda kalkıp pansiyonumuzun bütün körfezi gören manzarasında temiz havayı içimize çeke çeke kahvaltımızı ediyoruz. İlk olarak Kabak Koyu'na gitmeyi planladığımızdan, Kabak Koyu dolmuşlarının hareket ettiği yere gidiyoruz arabayla. Fakat amacımız dolmuşu kullanmak değil. Koya küçük dağ yolundan yürüyerek inmeyi planlıyoruz. Bunun içinden önceden küçük bir araştırma yaparak yanımıza aldığımız lastik ayakkabılarımızı giyiyor ve yola koyuluyoruz. 


kabak koyu ile ilgili görsel sonucu     Yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşten sonra Kabak Koyu'na iniyoruz. Yol da sık sık kamp alanlarına rastlıyoruz. Caretta Caretta'ların yumurtalarını bıraktıkları, korumalı alana geçmeden taş plaja havlumuzu seriyor, zaman zaman denize girip zaman zaman ılık suda serinleyerek koyun tadını çıkarıyoruz. Fakat ikinci planımız Kelebekler Vadisi'ne gitmek olduğundan yola koyulmaya hazırlanıyoruz. Buradan ayrılırken  Kabak Koyu' nun Muğla koylarından güzellik olarak pek bir farkı olmadığını, fakat burada kamp kurarak  tatil yapan  hippi gençlerin burayı kurtarılmış bölge ilan ettiğini düşünüyoruz. 

    Dönüşte, geldiğimiz yolu tırmanacak gücü kendimizde bulamadığımız için dolmuşlara biniyoruz. Kabak halkının aldığı bir karar üzerine koya sadece dolmuş inmesine müsaade edildiğini, dolmuş şoförünün toprak yolda aşağı inen her araca müdahale etmesinden anlıyoruz. Kişi başı 5 TL karşılığında yaptığımız bu yolculuğu güvenlik ve hijyenden yoksunluğu hissederek sonlandırıyoruz.
     Vardığımız yer de açlığımızı bastırmak için yediğimiz gözlemelerden pek zevk alamasak da karnımız tok bir şekilde Ölüdeniz'e Kelebekler Vadisi'ne kalkan tur teknelerine binmeye gidiyoruz.
      Ölüdeniz Paljı'ndaki tur tekneleri standına vardığımızda gitmek istediğimiz saatteki teknede yer olmadığını öğreniyoruz. Biraz şansımı zorladıktan sonra sonuç değişmeyince çarşıya doğru rotamızı çevirmişken, arkamızdan gelen tur şirketi görevlisi, kişi başı 20 TL'lik gidiş dönüş biletleri bize satıyor.

kelebekler vadisi ile ilgili görsel sonucu
   Havanın kapalı olup yağmurun çiselemeye başlaması sebebiyle, çocuklu aileleri almak istemediklerini düşünüp tekneye atıyoruz kendimizi. Yolculuk başladığından şiddetini arttıran yağmur ve daha da kararan hava sebebiyle ıslanıyor, üşüyor ve hatta bu havada deniz yolculuğunu tercih ettiğimiz için pişman oluyoruz. Fakat diğer yolcular, o akşam Kelebekler Vadisi'nde yapılacak etkinliğe katılmaya ve orada kamp kurmaya kararlı görünüyorlar. 



     Vadi'ye vardığımızda hiç gemiden inmeden ıslanan ve kaçışan insanların paniğine şahit olarak, onların gemiyi doldurmasını bekliyor ve karaya ayak bile basamadan geldiğimiz tekne ile geri dönüyoruz.
     Yorgun ve macera dolu günün akşam yemeğini pansiyonumuzda yemeğe karar veriyoruz. Terasımızda pansiyon işletmecileri tarafından balık ve mezelerle donatılmış soframızda güneşi batırıyoruz. Ertesi günün çok büyük bölümünü yollarda geçirecek olmanın bilinciyle çok gecikmeden yatıyoruz.

9. GÜN

FARALYA-İSTANBUL

Normalde 9 saatte sürecek yolculuğumuza yoğunluğun yarattığı trafik de eklenince gece yarısı evimize geliyor ve bir tatil defterini daha bitiriyoruz.
     
  
     
    


   

                                                                               








2 Temmuz 2017 Pazar

İSPANYA

BARSELONA





13.06.2017      1. Gün

      Bir hafta sürecek olan Barcelona gezimiz için İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan 10.10 saatli Pegasus havayolları uçağı ile hareket ettik. Uçak biletlerimizi yaklaşık 6 ay önce kampanyalı zaman dilimini içerisinde aldığımızdan  1 kişi gidiş dönüş 680 TL idi. Siz de hava yolu şirketlerinin kampanyalarını takip ederek biletlerinizi ucuza getirebilirsiniz. 
       Uçağımız ortalama 3 saat havada kaldıktan sonra Barselona'ya iniş yaptık. Barselona hava limanı oldukça büyük. T1-T2 şeklinde iki terminalden oluşuyor bunun haricinde bir terminal daha var. Fakat terminaller arasında mesafe yürüme mesafesinden fazla  olduğu için ulaşım shuttle'lar ile sağlanıyor. İniş için bu çok önemli bir bilgi gibi görünmese de dönüş için oldukça önem teşkil ediyor. Dönüşü Barselona'dan yapacaksanız uçağınızın bulunduğu terminali iyi kontrol etmenizi tavsiye ederim.
        İspanya'da 3 şehir gezeceğimizden ulaşımdan hem para hem de zaman açısından tasarruf etmek için araba kiralamayı tercih ettik. Araba kiralama işlemlerimizi İspanya'ya gelmeden önce www.holidaycars.com 'dan  gerçekleştirdik ve Türkiye ile karşılaştırıldığında oldukça uygun bir fiyata arabamızı kiraladık. 7 günlük tatilimiz için 710 TL ödedik. Fakat bilmediğimiz yollarda başımıza herhangi bir şey gelme olasılığını göz önünde bulundurarak 'norisk warranty plus'ı  tercih ettik. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız site üzerinden ek ücret ödeyerek sigorta yaptırmak yerine sigortasız paketi seçerek AVİS'ten kendi sigortanızı yaptırmanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde aracınızın başına herhangi bir şey geldiğinde AVİS hasarı karşılayan tutarı kartınızdan çekiyor ve araç kiraladığınız sitenin size ücreti yatırmasını bekliyorsunuz.  
        Kiralık aracımızı bir an önce alıp Barselona turumuza başlamak üzere  Barselona Hava Limanı'nın çok yakınında bulunan AVİS şubesine  girdik. İnternet sitesi üzerinden lüks araç kiralamamıza ve ücretini bile ödemiş olmamıza rağmen şubedeki görevli kişinin yardımcı olmamakta gösterdiği üstün gayret sebebi ile ücretini ödemiş olduğumuz aracı kiralayamadık. Lüks araç kiralamak için arabayı  kullanacak kişinin adına çıkarılmış 2 adet kredi kartının olması gerektiği bilgisini Barselona AVİS'teki gişe görevlisinden öğrendik.Hiç bir yerde rastlamadığımız ve her türlü ücret ödendikten sonra öğrendiğimiz bu bilgiden sonra ücretini ödediğimiz araçtan vazgeçip daha düşük klasmanda bir araç  kiraladık.
       Yola koyulunca sinir ve stres ile başlayan İspanya seyahatimiz hayranlık ve eğlenceye bıraktı yerini. Barselona'nın her biri ayrı bir ruh ve yaşanmışlık taşıyan sokaklarından geçerek şehrin oldukça merkezi bir yerinde bulunan Barcelona Rooms'a yerleştik. Konaklama yeri Ronda De La Unıversitat caddesinde yer alıyor. İki aile olarak iki odalı bir daireye yerleştirildik. Dairede iki banyo, klima, mutfak, çamaşır makinesi olması ayrıca güzeldi. Salondaki kapının açıldığı bir balkonu bile vardı. Oldukça kullanışlı ve temiz olan Barcelona Rooms'un ücretsiz otoparkı yoktu ancak anlaşmalı olduğu bir otopark vardı. Bu otopark ile 3 günlüğüne anlaşarak arabamızı Barselona'da kaldığımız süre boyunca buraya bıraktık. Fiyatı günlük 15€ idi. 
           Eşyalarımızı konaklama yerimize bıraktıktan sonra öğle yemeği için Massema isimli bir mekanda hamburger yedik. Mekan lüks ve pahalı olmamakla birlikte hamburgerleri meşhurdu ve oldukça da lezzetliydi.

Karnımızı doyurduktan sonra şehri keşfetmeye başladık. Çimli tramvay yolundan geçerek önümüze çıkan Parc De La Ciutadella isimli parka daldık. Parkın içerisinde heykeller, küçük bir kafe ve gezinti teknelerini görebilirsiniz. Özellikle ziyaret etmekten ziyade yaptığınız uzun yürüyüşlerden sonra mola yeri olarak değerlendirebilirsiniz. Parkın içerisinde bir de hayvanat bahçesi bulunuyor.
          Barselona’da ilk akşamımızın verdiği coşkuyla soluğu La Rambla caddesinde aldık. La Rambla caddesi İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi turistlere yönelik bir cadde. Pakistanlı ve Hindistanlı bir çok satıcı önünüzü keserek size ürünlerini satmaya uğraşıyor. Hatta ürünü marihuanna olan satıcıları bile sıklıkla göreceksiniz. Caddenin etrafındaki restoranlar oldukça turistik olduğu için fiyatları pahalı. Biz akşam yemeği için cadde yakınındaki Plaza Real’de karar kıldık. Burası etrafında restoranların sıralandığı bir avlu. Restoranlar oldukça yoğun ve yer bulmak için sıra bekleyebilirsiniz. Plaza Real’de Ocana isimli mekanı tercih ettik.

     Barselona’da ilk akşamımızın verdiği coşkuyla soluğu La Rambla caddesinde aldık. La Rambla caddesi İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi turistlere yönelik bir cadde. Pakistanlı ve Hindistanlı bir çok satıcı önünüzü keserek size ürünlerini satmaya uğraşıyor. Hatta ürünü marihuanna olan satıcıları bile sıklıkla göreceksiniz. Caddenin etrafındaki restoranlar oldukça turistik olduğu için fiyatları pahalı. Biz akşam yemeği için cadde yakınındaki Plaza Real’de karar kıldık. Burası etrafında restoranların sıralandığı bir avlu. Restoranlar oldukça yoğun ve yer bulmak için sıra bekleyebilirsiniz. Plaza Real’de Ocana isimli mekanı tercih ettik.
Yemek için oturduysanız ahtapot bacağı oldukça büyük ve lezzetliydi. Bir şeyler içmek isterseniz de İspanya’nın meşhur içkisi sangria, Ocana’da oldukça güzel yapılıyor. Fiyatlar ortalamanın biraz üzerinde olmasına rağmen hizmet, ödediğiniz ücreti karşılıyor.
       Saat 2 sularında otelimize dönerken  La Rambla caddesi insan kalabalığını yitirmiş fakat siyahi satıcılar baskılarını arttırmışlardı. Unutmadan söyleyim seyahat boyunca elinizi çantalarınızın üzerinden ayırmayın!

14.06.2017      2. Gün


      
       Uyandığımızda otelimizin altındaki Granier isimli pastanede kahvaltımızı yaptık. Sandviçleri, unlu tatlıları, donutları, pizzaları ve kahveleri ile Barselona’da bulunduğumuz süre boyunca kahvaltı saatlerinin en çok tercih edilen mekanı oldu. Hem fiyatları uygun hem de ürünlerinin lezzetli olması bir yana İngilizce bilen personeli bize elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı.
     

      Kahvaltımızı tamamladıktan sonra ünlü Katalan mimar Gaudi’nin inşa etmiş olduğu Casa Mila politikacı Pere Mila için yaptırılmış ve tamamen doğal taşlardan yaptırıldığı  için renkten yoksun.İlk yapıldığı zamanlarda dış cephesindeki dalgalı yapısı oldukça eleştirilse de günümüzde Barselonalılar tarafından ‘taş ocağı’ olarak biliniyor.




Casa Mila’nın hemen yakınındaki Casa Batllo’ya geçiyoruz buradan. Yapının en dikat çekici bölümü ön cephenin üst kısmındaki çatıyı kaplayan dar ve renkli ejderha sırtı. Binanın diğer bir adı ise ‘Kemikler Evi’. Dışardan bakıldığında diğer binalardan oldukça farklı görünen bu binaları önlerindeki uzun kuyruklardan da farkedebilirsiniz. İçeriye girmek isterseniz de 20 euro gibi bir ücret ödemeniz gerekecek.

      

   Gaudi eserlerini gezmeye başlamışken yolumuz Park Güel’e düşüyor ve şehri tepeden gören parka tırmanmaya başlıyoruz.

      Park ismini Gaudi’yi site yapması için görevlendiren Eusebio Güell’den alıyor. 60 evlik bir site olarak planlanan alan iki evin tamamlanması ile yarım kalyor ve halka açılıyor. Yemyeşil ağaçlarla kaplı fakat güneşin yakıcı olduğu saatlerde gezecekseniz şapka ve güneş gözlüğünüzü yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim. Eğer parktaki şapka satıcılarından satın almak isterseniz de sıkı bir pazarlığa girişmelisiniz.


Parkta yer yer tropikal hayvan ve bitkilere rastlayabilir otantik banklarda dinlenebilirsiniz.

 Parkın içindeki müzede 20 yıl yaşayan Gaudi’nin eserlerini görmek için müzeye girebilirsiniz.


      Parktan Barselona’yı seyrettikten sonra bir sonraki durak yerimiz Montjuic kalesi oldu. Burası masallardan fırlamışcasına güzel bir kale, isterseniz teleferikle de ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Kalenin denizi gören kısmında dinlemek için yapılmış merdivenlere oturarak büyük Barselona limanında soluklanabilirsiniz.
      Şehri tepeden izledikten sonra, deniz seviyesine inmeye karar verip kendimizi ‘Barceloneta Plajı’na” atıyoruz. Karnımız acıkmaya başlamış olduğundan sahil kafelerinden birine girerek lezzetli atıştırmalık nachoslardan yiyoruz. Kendimizi ince kumlara ve hemen ardından serin sulara bırakıyoruz. Saat öğleden sonrayı geçtiğinden güneş bizi yakmıyor. Plajdaki duşlarda tuzlarımızdan arınarak akşam yemeğine hazırlanmak üzere otelimize geçiyoruz.

      Akşam yemeği için tercih ettiğimiz mekan ‘Moritz Bira Fabrikası’ oluyor. Buraya Barcelona’da yaşayan bir arkadaşımızın tavsiyesi üzerine geliyoruz ve oldukça memnun kalıyoruz. Meşhur limonlu biraya eşlik eden tapasların şehirde yediğimiz en lezzetli tapaslar olabileceği üzerine konuşuyoruz.

3. Gün 15.06.2017 
           Sabah uyanır uyanmaz önceki gün planladığımız gibi Barceloneta Plajı’na gittik. Bugün plajda daha uzun süre vakit geçirdiğimizden Barselona halkının plaj kültürünü daha detaylı gözlemleme imkanı bulduk.


    


     Sahil kilometrelerce uzanıyor. Her milletten insan var.              Siyahi satıcılar insanların arasında dolaşarak mohito
     satıyorlar. Alkolsüz olarak hazırlanmış mohitolara arzunuza      göre taşıdıkları şişelerinden alkol ekliyorlar. Aynı şekilde          bira,su,kola satan satıcılar da mevcut.

               Sahilde havlusunu serip yerde oturanlar olduğu gibi,        şezlong ve şemsiye kiralayanlar da mevcut. Su sporları              yapmak isteyenler de elleri boş dönmeyecekler.

                Sahilde öğle vakti güneş çok yakıcı olduğundan sürekli olarak anons yapılarak 1-4 arası dikkatli olunması gerektiği, güneş kremi sürülerek güneşe çıkılması, şapka-gözlük kullanımının önemi, alkol ve ağır yemeklerin zararları hatırlatılıyor.

Plaja eğer arabanızla geldiyseniz plajın yanındaki yola park edilebilir ve Barselona’nın genelinde olduğu gibi bankomatlardan bilet alabilirsiniz. Makineye attığınız para kadar park süresini artırabiliyorsunuz. Bankomattan size verilen fişi arabanızın önüne koyduğunuzda arabanıza ceza yazılmıyor veya çekilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıyorsunuz.
        Plaj keyfimizi noktalayıp Barselona deyince akla ilk gelen büyük katedral olan Sagra da Familia’yı ziyaret ettik. Katalan mimar Gaudi’nin başlamış fakat tamamlayamamış olduğu kilise toplanan bağışlarla tamamlanmaya çalışılıyor. Fakat sonradan tamamlanan yerler ile Gaudi’nin yapmış olduğu yerler arasında ciddi boyutta farklar mevcut.

        Barselona’da son akşam yemeği için yine Barselona’da yaşayan bir arkadaşımızın önerdiği ‘Cafe Alpur’a gittik. Bir önceki akşam gittiğimiz  Moritz’deki tadı bulamasak da tapasları ve hamburgerini tavsiye edebilirim.



     


13 Temmuz 2015 Pazartesi

SIRBİSTAN (BELGRAD)

   

2 günlük TEOG sınavı tatili, 1 Mayıs tatili ve hafta sonu tatili birleşince bize de 5 günlük tatili değerlendirmek düştü.
     İlk yurtdışı deneyimim olduğundan oldukça heyecanlı ve hevesliydim tabiki. Uzun zaman önceden gezilecek-görülecek yerler, Belgrad’a özgü yemekler vs. ile ilgili bloglar okumuş ve notlar almıştım. Seyahat zamanımız yaklaştığında ise  son bir kez gözden geçirme ihtiyacı hissettiğimde ise  notları koyduğum yerde bulamadım. Üzülerek kaybedecek zamanım olmadığı içinde gezi sabahı çalakalem bir liste hazırlayıp ve eşyalarımın son kez kontrolünü yapıp evden çıktım.
     İbo’nun işten çıkmasıyla buluştuk ve Atatürk Havalimanı’ndan kalkan uçağımıza binmek üzere yola koyulduk. Rutin kontrollerden geçip uçağımızın kalkacağı 312 numaralı kapıyı bulduk. Uçağımızın kalkmasına bir saatten fazla zaman olduğundan bir şeyler atıştırmaya karar verdik. “Eat and Shop” da bir dilim pizza, bir somon balıklı sandviç ve iki biraya 70 TL ödedik. 
     Uçak yolculuğumuzda Türk Hava Yollarını tercih ettik ve yolculuğumuz sorunsuz geçti.Yolculuk 20 dakika rötarlı başlayıp 1 saat 40 dakika sürdü.
     Belgrad Nikola Tesla Havalimanı’na inince  20 Euro’muzu bozdurduk. Belgrad’ın yerel para birimiyle yaklaşık 2300  Sırp Dinarı etti. Sırbistan Avrupa Birliği’nde olmadığı için hala yerel para birimini kullanıyor.
     Hava limanından çıkınca bizi www.booking.com dan bulduğumuz “Dali Apartment” pansiyonunun görevlisi Bora Bey karşıladı. Önceden pansiyonla iletişime geçip ve onların teklifi üzerinde bizi 15 Euro karşılığı havalimanından alıp pansiyonumuza götürmelerini kabul etmiştik.
Bora Bey havalimanından pansiyona giden yoldaki çeşitli binalar ve Belgrad hakkında  bizi bilgilendirdi. Oldukça güleryüzlü ve ve yardımseverdi.
Akşam Sırbistan saatiyle 21.00 gibi pansiyonumuzdaydık. Dali Apartment apartman şeklinde küçük bir binaydı. Her katta bir daire ve her dairede iki oda vardı.Mutfak, salon ve banyo ortak kullanım alanlarıydı. 6. Kattaki odamızda Alex ile aynı katı paylaştık.
Biraz dinlendikten sonra küçük bir tur atıp akşam yemeği yemek için dışarı çıktık. Telefonumuz yurtdışında kullanıma kapalı olduğundan sadece wireless olan yerlerde internete bağlanabiliyorduk. Bu nedenle telefonlarımıza  önceden tripadvisor uygulamasını indirmiştik. Tripadvisor uygulamasını kurduktan sonra seyahat edeceğin şehir ile ilgili bilgileri indirdiğinde internet bağlantısı olmadan yolları, şehirdeki eğlence, yemek yeme yerlerini vs. görebiliyorsun.
Sahile giden yolda yemek yemek için güzel bir yer bulacağımızı düşünerek o yolu takip ettik.Bir kaç mekan vardı elbette. Fakat Belgrad ile ilgili daha önce edindiğimiz bilgilere göre asıl mekanların toplandığı bölgenin burası olmadığını anladık. Belgrad’ın meşhur Kalemeydan Parkı’na kadar ilerledik ve geldiğimiz caddenin paralelindeki yoldan geri döndük. Gittiğimiz yolda hoşumuza giden, oturup dinlenmek istediğimiz mekanlar ya çok boştu ya da içerisi 50-60 yaş aralığındaki erkeklerin sohbet ettiği mekanlardı. Dönüş yolumuzda hoşumuza giden bir mekana girdik. Mekan güzel görünüyordu. İlginç alet ve kıyafetlerin satış yeri, yemek satışı yapılan bölme ile aynı çatı altındaydı. Boş bir masaya oturarak menüyü inceledik. Menü hem İngilizce hem de Sırpça’ ydı. Garson kızdan ne sipariş edebileceğimize dair yardım istedik. İlginç bir şekilde herkes Sırpça’nın yanında anadili gibi İngilizce de konuşuyordu. Burası daha çok pub havasında olduğu için iki hamburger tabağı ve bira sipariş ettik. Hamburgerler Türk damak tadına uygun ve lezzetliydi. İçtiğimiz biralar ise Sırbistan’ın yerel biralarından biri olan “Kabinet” marka bir biraydı. Hafif olduğu söylenmesine rağmen oldukça yoğun ve aromalı bir tadı vardı. Mekanda ve Belgrad sokaklarındaki dikkatimizi çeken şey saat geç olmasına rağmen insanların birbirlerine rahatsızlık vermemesiydi. 2300 dinar civarı bir hesap ödeyerek mekandan ayrıldık.
Pansiyonumuza dönerken aldığımız su 600 dinardı. PH seviyesi farklı olduğundan tadı Türkiye’deki sulara benzemiyor daha çok Türkiye’deki musluk sularını andırıyordu.
Sırbistan saatiyle 23.45’te pansiyonumuza geldik ve hemen uykuya daldık.
        İkinci günün sabahında güzel bir kahvaltı yapma arzusuyla uyandık.”Trip Advisor”dan  “Red Bread” adlı bir mekan oldukça beğenilmişti. Verilen haritayı takip ederek mekanı bulduk.Mekan oldukça güzel tasarlanmıştı. Yiyecekleri Türk damak tadına uygundu ve bolca çeşit vardı.Biz mantarlı omlet,jambonlu pankek  ve içinde tavuk, fesleğen sosu, domates bulunan tosttan yedik. Tost ve omletin tadı müthişti.Yanında İngiliz çayı içtik.İngiliz çayı, meşhur Türk çayının yerini tutmuyordu tabi.




Kahvaltımızı da ettikten sonra meşhur “Kalemeydan” a doğru yola koyulduk. Kalemeydan çok büyük bir parktı.

 Doğal yapısı oldukça güzel korunmuştu.Parkın girişinde ücretli bir hayvanat bahçesi vardı.


Pek çok hayvan türü olmasına rağmen hayvanlar bakımsız ve doğal ortamından oldukça uzaklardı.


Hayvanat bahçesinden çıkıncı kalenin içine doğru ilerledik.Kalenin duvarlarına uzanmış insanlar Sava ve Tuna Nehirleri’nin birleştiği yerdeki yeşilliklerle süslenmiş manzarayı izliyorlardı.Biz de onlara eşlik ettik.



Parkın en uç kısmında “Vıctor Anıtı” vardı. Victor Anıtı Yugoslavya Krallığı’nın en büyük heykeltraşı olarak kabul gören Ivan Meštrović tarafından yapılmış. 14 metre yüksekliğinde bulunan, kaidesi taştan yapılan heykel elinde güvercin olan bir adamı temsil etmekte. Aslında belediye anıtı zamanında şehir merkezi olan Terazije Meydanı’na koymak istemiş. Anıtta bulunan erkek figürünün çok fazla çıplaklık içermesi Belgradlılar’ın bu isteğe karşı gelmesine sebep olmuş. Bu istek karşısında heykel şehrin gözlerden uzak bir noktası olan Kalemeydan Parkı na konur. (Devamını okumak isterseniz linke tıklayabilirsiniz) Meydanın içinde farklı kişiler tarafından yaptırılmış bir çok anıt ve heykel bulunmaktaydı.
Kalenin içindeki kafelerden birisine oturduk. Sırpların yerel biralarından olan “Lav” isimli biradan içtik.



        Kalenin çıkışında hediyelik eşya satan seyyar satıcılardan magnet türü hediyelik eşya aldık. Biraz ileride taşların üzerine hayvan figürleri işlemiş bir Sırp amcadan hediyelik taşlar aldık.
Kalemeydan’daki uzun gezimizden sonra pansiyonumuza geri döndük. Biraz dinlendikten sonra Belgrad’ın ünlü caddesi Skadarlija’ya doğru yola koyulduk. Bu cadde trafige kapalı, Arnavut kaldırımlı sağ ve sol tarafında restoranların sıralandığı çok hoş bir atmosfere sahipti.



      Biraz aşağıda soldaki “The Travilling Actor” isimli mekana oturduk. Mekan ismini girişindeki aktör heykellerinden alıyordu.Sırpların fasıl kültürünü görmek adına ideal bir mekandı. Çalgıcılar masaların başında çeşitli müzik aletleriyle şarkılarını çalıyor, konuklar onlara eşlik ediyordu. Mixed Meat ve bira sipariş ettik. Porsiyonlar oldukça büyüktü fakat etler Türk damak tadına göre biraz tuzluydu. Yanında peynirli Sırp salatası ve yine Sırbistan’ın yerel birası olan Jelen içtik. Mekandaki tek eksi yoğunluktan dolayı servisin yavaş olmasıydı.
Yemeğimizi yedikten sonra İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne benzeyen ünlü “Mihailova Caddesi” ne doğru yola koyulduk. Masa-sandalyelerin yollara sıralandığı mekanlar sırasında “Irısh Pub”a oturduk. İki katlı mekanda küçük bir grup müzik yapıyorlardı. Üst kata geçerek biralarımızı yudumladık. Garson kızın mekanın kapandığını söylemesi üzerine mekandan ayrıldık ve yağmurdan ıslanmış Belgrad sokaklarında pansiyonumuza doğru yola koyulduk.
         Üçüncü günün sabahında farklı bir kahvaltı etme isteği ile uyandık. Yol üzerindeki börekçilere baktık ve uzun zamandan beri içmediğimiz ve özlediğimiz siyah Türk çayı aradık. Yol üzerinde bulduğumuz bir börekçide 50-60 yaşlarında bir amca bize yardımcı oldu. Pırasalı-mantarlı ve kıymalı börek seçtik. Kıymalı börek diğer et ürünleri gibi tuzlu ve ağırdı.



Oradan çıktıktan sonra iki yanında ağaçların sıralandığı ve tramvaylarla ulaşımın sağlandığı cadde boyunca yürüdük ve  St. Mark kilisesine gittik. Kilise heybetliydi.



 İçerideki açık bir kapıdan içeri süzülerek vaftiz odasını görme imkanı yakaladık. Mumlarımızı dikerek dilek tuttuktan sonra buradan ayrıldık.






Sıradaki durağımız Nikola Tesla Müzesi’ydi. Nikola Tesla Müzesi’nin bir bölümünde Nikola Tesla’ya ayrılmış kişisel eşyalar vardı. Buradan belirli bir ücrete bilet alarak küçük bir Nikola Tesla bilgilendirme turuna katılabiliyorsunuz. Tur Nikola Tesla’nın hayatı ve bilim dünyasına kattıklarının anlatımıyla başlıyor. Ardından Nikola Tesla’nın bilim dünyasına kazandırdıkları gösteri deneyi şeklinde yapılıyor ve bilimsel deneylere tanık olma imkanı yakalıyorsunuz. Turda İngilizce  sunum yapılıyor.


     Nikola Tesla Müzesi’nden ayrıldıktan sonra “Sırbistan Tarihi Müzesi”ne uğradık. Girişi kişi başı 200 Dinardı ve Müze’de görülecek pek bir şey yoktu.Açıklamalar İngilizce değil tamamı Sırpça’ydı.
Mola yeri olarak  St Mark Kilisesi’nin arda sokağındaki “Druken Ducks Irısh Pub”a oturduk. Çalışanları orada olmamızdan çok memnun görünmüyorlardı.

Mihailova  Caddesi’ne doğru yürümeye koyulduk. Cadde üzerindeki Zara ve H&M mağazalarındaki kıyafetlerin fiyatını Türkiye ile karşılaştırmak için mağazaları ziyaret ettik. Fiyatlar aşağı yukarı aynıydı. Hatıra olması açısında H&M’den iki çift ayakkabı aldık.
Pansiyona gidene kadar açlığımızı yatıştırmak için Mihailova caddesi üzerindeki restoranlardan birine oturup cevizli Sırp Baklavası yedik ve limonata içtik. Sırplar ile baklava, sarma ve yoğurt gibi bazı yiyeceklerimiz ortak. Fakat Sırp baklavası Türk baklavalarını aratacak cinstendi ve limonata içine limon sıkılmış soğuk suydu.



     Oradan pansiyonumuza geçtik, biraz dinlendikten sonra Sava Nehri kıyısındaki restoranlardan birisine gitmek için yola koyulduk. Buradaki restoranlar nehir kıyısında karaya oturtulmuş gemilerin içerisiydi.Buradaki restoranlardan çoğu kapalıydı biz sezon daha açılmadığı için kapalı olduğunu düşünerek başlangıçta yer alan “ İnternational Dinner Club” a oturduk. İbo kızartılmış şinitzel tavuk istedi, Tavuklar bizim yediğimiz şinitzel tavuklardan farklı olarak susama bulanmıştı ve oldukça lezzetliydi.Ben ise incirli tavuk istedim.Bu yemek damak tadımıza çok uygun değildi. Yanına daha önce denediğimiz Lav biralardan sipariş ettik. Burada ödediğimiz hesap bu zamana kadar ödediklerimizden biraz daha fazlaydı. Kişi başına 170 dinar kuver alınıyordu.
      Yemekten sonra bira içebileceğimiz sakin bir pub aradık ve köprüden Sava  Nehri’nin karşı yakasına geçerek Arnavut kaldırımı yollardan geçtik ve “ The Black Turtle “ isimli mekana oturduk.Mekanda kendilerinin yaptığı alkol oranı düşük limonlu ve yaban mersinli biralardan içtik.
Pansiyonumuza dönerken prensese ait olduğu yazan güzel görünümlü ve ışıklandırılmış bir evin önünden geçtik.
        Son sabahımızda  dün gece pansiyona gelirken önünden geçtiğimiz “TOMA” isimli fırında kahvaltı yaptık. Burada çok çeşitli hamur işleri vardı . Hepsinden az az alarak yemeğe koyulduk. Ayrana benzer sattıkları içecek ayrandan daha koyu kıvamlı ve tuzsuzdu.
   



     Haberlerde izlediğimiz üzere oradaki son günümüzde Kalemeydan’da Ortaçağdan kalma işkence aletleri sergileniyordu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Kalemaydan’a doğru yola koyulduk. Yine Kalemeydan’ın içinde bulunan Askeri Müze’yi ziyaret ettik. Bu müzede Belgrad tarihine dair her detay kronolojik olarak maket, yazı ve fotoğraflarla sergileniyordu. Yer yer eski Osmanlı padişahlarını resimleri dahi vardı. Ortaçağdan kalma işkence aletleri sergisini de gördükten sonra Mihailova caddesinden hediyelik birkaç eşya aldıktan sonra pansiyonumuza geri döndük. Akşam yemeğini yemek için Skadarlija caddesini tercih ettik. Caddenin hemen girişindeki “Tri Sesira” isimli mekana oturduk. Sebze ve etlerin karışık bir şekilde pilav üzerine konulduğu çok lezzetli bir yemek yedik ve etli çorba içtik. Ertesi sabah geri döneceğimizden pansiyonumuza döndük.
Sabah erkenden uyandık ve daha önce anlaştığımız üzere kaldığımız pansiyon tarafından bir taksi ayarlanmıştı. Taksiye binerek havaalanının yolunu tuttuk. Havaalanına vardığımızda oturduğumuz bir kafede cheesecake yedik. Pasaport kontrollerimizi yaptırdıktan sonra Duty Free’ye uğradık. Fiyatlar sandığımız kadar uygun olmadığı için bie şey almadık. Belgrad’ın içinde daha uygun olduğu için geri dönmeden alkol, sigara vb. alışverişinizi yapmanızı öneririm. Uçağa bineceğimiz yere geldiğimizde telefonumun yanımda olmadığını fark ettim. Yaşadığım büyük panik sonrasında İbo durumu açıklayarak ve havaalanı polisine pasaportunu teslim ederek cheesecake yediğimiz yerde unuttuğum telefonumu alarak geri geldi. Yine Türk Hava Yollarını kullanarak 1 saat 20 dakikalık bir sürede Türkiye‘ye iniş yaptık.