13 Temmuz 2015 Pazartesi

SIRBİSTAN (BELGRAD)

   

2 günlük TEOG sınavı tatili, 1 Mayıs tatili ve hafta sonu tatili birleşince bize de 5 günlük tatili değerlendirmek düştü.
     İlk yurtdışı deneyimim olduğundan oldukça heyecanlı ve hevesliydim tabiki. Uzun zaman önceden gezilecek-görülecek yerler, Belgrad’a özgü yemekler vs. ile ilgili bloglar okumuş ve notlar almıştım. Seyahat zamanımız yaklaştığında ise  son bir kez gözden geçirme ihtiyacı hissettiğimde ise  notları koyduğum yerde bulamadım. Üzülerek kaybedecek zamanım olmadığı içinde gezi sabahı çalakalem bir liste hazırlayıp ve eşyalarımın son kez kontrolünü yapıp evden çıktım.
     İbo’nun işten çıkmasıyla buluştuk ve Atatürk Havalimanı’ndan kalkan uçağımıza binmek üzere yola koyulduk. Rutin kontrollerden geçip uçağımızın kalkacağı 312 numaralı kapıyı bulduk. Uçağımızın kalkmasına bir saatten fazla zaman olduğundan bir şeyler atıştırmaya karar verdik. “Eat and Shop” da bir dilim pizza, bir somon balıklı sandviç ve iki biraya 70 TL ödedik. 
     Uçak yolculuğumuzda Türk Hava Yollarını tercih ettik ve yolculuğumuz sorunsuz geçti.Yolculuk 20 dakika rötarlı başlayıp 1 saat 40 dakika sürdü.
     Belgrad Nikola Tesla Havalimanı’na inince  20 Euro’muzu bozdurduk. Belgrad’ın yerel para birimiyle yaklaşık 2300  Sırp Dinarı etti. Sırbistan Avrupa Birliği’nde olmadığı için hala yerel para birimini kullanıyor.
     Hava limanından çıkınca bizi www.booking.com dan bulduğumuz “Dali Apartment” pansiyonunun görevlisi Bora Bey karşıladı. Önceden pansiyonla iletişime geçip ve onların teklifi üzerinde bizi 15 Euro karşılığı havalimanından alıp pansiyonumuza götürmelerini kabul etmiştik.
Bora Bey havalimanından pansiyona giden yoldaki çeşitli binalar ve Belgrad hakkında  bizi bilgilendirdi. Oldukça güleryüzlü ve ve yardımseverdi.
Akşam Sırbistan saatiyle 21.00 gibi pansiyonumuzdaydık. Dali Apartment apartman şeklinde küçük bir binaydı. Her katta bir daire ve her dairede iki oda vardı.Mutfak, salon ve banyo ortak kullanım alanlarıydı. 6. Kattaki odamızda Alex ile aynı katı paylaştık.
Biraz dinlendikten sonra küçük bir tur atıp akşam yemeği yemek için dışarı çıktık. Telefonumuz yurtdışında kullanıma kapalı olduğundan sadece wireless olan yerlerde internete bağlanabiliyorduk. Bu nedenle telefonlarımıza  önceden tripadvisor uygulamasını indirmiştik. Tripadvisor uygulamasını kurduktan sonra seyahat edeceğin şehir ile ilgili bilgileri indirdiğinde internet bağlantısı olmadan yolları, şehirdeki eğlence, yemek yeme yerlerini vs. görebiliyorsun.
Sahile giden yolda yemek yemek için güzel bir yer bulacağımızı düşünerek o yolu takip ettik.Bir kaç mekan vardı elbette. Fakat Belgrad ile ilgili daha önce edindiğimiz bilgilere göre asıl mekanların toplandığı bölgenin burası olmadığını anladık. Belgrad’ın meşhur Kalemeydan Parkı’na kadar ilerledik ve geldiğimiz caddenin paralelindeki yoldan geri döndük. Gittiğimiz yolda hoşumuza giden, oturup dinlenmek istediğimiz mekanlar ya çok boştu ya da içerisi 50-60 yaş aralığındaki erkeklerin sohbet ettiği mekanlardı. Dönüş yolumuzda hoşumuza giden bir mekana girdik. Mekan güzel görünüyordu. İlginç alet ve kıyafetlerin satış yeri, yemek satışı yapılan bölme ile aynı çatı altındaydı. Boş bir masaya oturarak menüyü inceledik. Menü hem İngilizce hem de Sırpça’ ydı. Garson kızdan ne sipariş edebileceğimize dair yardım istedik. İlginç bir şekilde herkes Sırpça’nın yanında anadili gibi İngilizce de konuşuyordu. Burası daha çok pub havasında olduğu için iki hamburger tabağı ve bira sipariş ettik. Hamburgerler Türk damak tadına uygun ve lezzetliydi. İçtiğimiz biralar ise Sırbistan’ın yerel biralarından biri olan “Kabinet” marka bir biraydı. Hafif olduğu söylenmesine rağmen oldukça yoğun ve aromalı bir tadı vardı. Mekanda ve Belgrad sokaklarındaki dikkatimizi çeken şey saat geç olmasına rağmen insanların birbirlerine rahatsızlık vermemesiydi. 2300 dinar civarı bir hesap ödeyerek mekandan ayrıldık.
Pansiyonumuza dönerken aldığımız su 600 dinardı. PH seviyesi farklı olduğundan tadı Türkiye’deki sulara benzemiyor daha çok Türkiye’deki musluk sularını andırıyordu.
Sırbistan saatiyle 23.45’te pansiyonumuza geldik ve hemen uykuya daldık.
        İkinci günün sabahında güzel bir kahvaltı yapma arzusuyla uyandık.”Trip Advisor”dan  “Red Bread” adlı bir mekan oldukça beğenilmişti. Verilen haritayı takip ederek mekanı bulduk.Mekan oldukça güzel tasarlanmıştı. Yiyecekleri Türk damak tadına uygundu ve bolca çeşit vardı.Biz mantarlı omlet,jambonlu pankek  ve içinde tavuk, fesleğen sosu, domates bulunan tosttan yedik. Tost ve omletin tadı müthişti.Yanında İngiliz çayı içtik.İngiliz çayı, meşhur Türk çayının yerini tutmuyordu tabi.




Kahvaltımızı da ettikten sonra meşhur “Kalemeydan” a doğru yola koyulduk. Kalemeydan çok büyük bir parktı.

 Doğal yapısı oldukça güzel korunmuştu.Parkın girişinde ücretli bir hayvanat bahçesi vardı.


Pek çok hayvan türü olmasına rağmen hayvanlar bakımsız ve doğal ortamından oldukça uzaklardı.


Hayvanat bahçesinden çıkıncı kalenin içine doğru ilerledik.Kalenin duvarlarına uzanmış insanlar Sava ve Tuna Nehirleri’nin birleştiği yerdeki yeşilliklerle süslenmiş manzarayı izliyorlardı.Biz de onlara eşlik ettik.



Parkın en uç kısmında “Vıctor Anıtı” vardı. Victor Anıtı Yugoslavya Krallığı’nın en büyük heykeltraşı olarak kabul gören Ivan Meštrović tarafından yapılmış. 14 metre yüksekliğinde bulunan, kaidesi taştan yapılan heykel elinde güvercin olan bir adamı temsil etmekte. Aslında belediye anıtı zamanında şehir merkezi olan Terazije Meydanı’na koymak istemiş. Anıtta bulunan erkek figürünün çok fazla çıplaklık içermesi Belgradlılar’ın bu isteğe karşı gelmesine sebep olmuş. Bu istek karşısında heykel şehrin gözlerden uzak bir noktası olan Kalemeydan Parkı na konur. (Devamını okumak isterseniz linke tıklayabilirsiniz) Meydanın içinde farklı kişiler tarafından yaptırılmış bir çok anıt ve heykel bulunmaktaydı.
Kalenin içindeki kafelerden birisine oturduk. Sırpların yerel biralarından olan “Lav” isimli biradan içtik.



        Kalenin çıkışında hediyelik eşya satan seyyar satıcılardan magnet türü hediyelik eşya aldık. Biraz ileride taşların üzerine hayvan figürleri işlemiş bir Sırp amcadan hediyelik taşlar aldık.
Kalemeydan’daki uzun gezimizden sonra pansiyonumuza geri döndük. Biraz dinlendikten sonra Belgrad’ın ünlü caddesi Skadarlija’ya doğru yola koyulduk. Bu cadde trafige kapalı, Arnavut kaldırımlı sağ ve sol tarafında restoranların sıralandığı çok hoş bir atmosfere sahipti.



      Biraz aşağıda soldaki “The Travilling Actor” isimli mekana oturduk. Mekan ismini girişindeki aktör heykellerinden alıyordu.Sırpların fasıl kültürünü görmek adına ideal bir mekandı. Çalgıcılar masaların başında çeşitli müzik aletleriyle şarkılarını çalıyor, konuklar onlara eşlik ediyordu. Mixed Meat ve bira sipariş ettik. Porsiyonlar oldukça büyüktü fakat etler Türk damak tadına göre biraz tuzluydu. Yanında peynirli Sırp salatası ve yine Sırbistan’ın yerel birası olan Jelen içtik. Mekandaki tek eksi yoğunluktan dolayı servisin yavaş olmasıydı.
Yemeğimizi yedikten sonra İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne benzeyen ünlü “Mihailova Caddesi” ne doğru yola koyulduk. Masa-sandalyelerin yollara sıralandığı mekanlar sırasında “Irısh Pub”a oturduk. İki katlı mekanda küçük bir grup müzik yapıyorlardı. Üst kata geçerek biralarımızı yudumladık. Garson kızın mekanın kapandığını söylemesi üzerine mekandan ayrıldık ve yağmurdan ıslanmış Belgrad sokaklarında pansiyonumuza doğru yola koyulduk.
         Üçüncü günün sabahında farklı bir kahvaltı etme isteği ile uyandık. Yol üzerindeki börekçilere baktık ve uzun zamandan beri içmediğimiz ve özlediğimiz siyah Türk çayı aradık. Yol üzerinde bulduğumuz bir börekçide 50-60 yaşlarında bir amca bize yardımcı oldu. Pırasalı-mantarlı ve kıymalı börek seçtik. Kıymalı börek diğer et ürünleri gibi tuzlu ve ağırdı.



Oradan çıktıktan sonra iki yanında ağaçların sıralandığı ve tramvaylarla ulaşımın sağlandığı cadde boyunca yürüdük ve  St. Mark kilisesine gittik. Kilise heybetliydi.



 İçerideki açık bir kapıdan içeri süzülerek vaftiz odasını görme imkanı yakaladık. Mumlarımızı dikerek dilek tuttuktan sonra buradan ayrıldık.






Sıradaki durağımız Nikola Tesla Müzesi’ydi. Nikola Tesla Müzesi’nin bir bölümünde Nikola Tesla’ya ayrılmış kişisel eşyalar vardı. Buradan belirli bir ücrete bilet alarak küçük bir Nikola Tesla bilgilendirme turuna katılabiliyorsunuz. Tur Nikola Tesla’nın hayatı ve bilim dünyasına kattıklarının anlatımıyla başlıyor. Ardından Nikola Tesla’nın bilim dünyasına kazandırdıkları gösteri deneyi şeklinde yapılıyor ve bilimsel deneylere tanık olma imkanı yakalıyorsunuz. Turda İngilizce  sunum yapılıyor.


     Nikola Tesla Müzesi’nden ayrıldıktan sonra “Sırbistan Tarihi Müzesi”ne uğradık. Girişi kişi başı 200 Dinardı ve Müze’de görülecek pek bir şey yoktu.Açıklamalar İngilizce değil tamamı Sırpça’ydı.
Mola yeri olarak  St Mark Kilisesi’nin arda sokağındaki “Druken Ducks Irısh Pub”a oturduk. Çalışanları orada olmamızdan çok memnun görünmüyorlardı.

Mihailova  Caddesi’ne doğru yürümeye koyulduk. Cadde üzerindeki Zara ve H&M mağazalarındaki kıyafetlerin fiyatını Türkiye ile karşılaştırmak için mağazaları ziyaret ettik. Fiyatlar aşağı yukarı aynıydı. Hatıra olması açısında H&M’den iki çift ayakkabı aldık.
Pansiyona gidene kadar açlığımızı yatıştırmak için Mihailova caddesi üzerindeki restoranlardan birine oturup cevizli Sırp Baklavası yedik ve limonata içtik. Sırplar ile baklava, sarma ve yoğurt gibi bazı yiyeceklerimiz ortak. Fakat Sırp baklavası Türk baklavalarını aratacak cinstendi ve limonata içine limon sıkılmış soğuk suydu.



     Oradan pansiyonumuza geçtik, biraz dinlendikten sonra Sava Nehri kıyısındaki restoranlardan birisine gitmek için yola koyulduk. Buradaki restoranlar nehir kıyısında karaya oturtulmuş gemilerin içerisiydi.Buradaki restoranlardan çoğu kapalıydı biz sezon daha açılmadığı için kapalı olduğunu düşünerek başlangıçta yer alan “ İnternational Dinner Club” a oturduk. İbo kızartılmış şinitzel tavuk istedi, Tavuklar bizim yediğimiz şinitzel tavuklardan farklı olarak susama bulanmıştı ve oldukça lezzetliydi.Ben ise incirli tavuk istedim.Bu yemek damak tadımıza çok uygun değildi. Yanına daha önce denediğimiz Lav biralardan sipariş ettik. Burada ödediğimiz hesap bu zamana kadar ödediklerimizden biraz daha fazlaydı. Kişi başına 170 dinar kuver alınıyordu.
      Yemekten sonra bira içebileceğimiz sakin bir pub aradık ve köprüden Sava  Nehri’nin karşı yakasına geçerek Arnavut kaldırımı yollardan geçtik ve “ The Black Turtle “ isimli mekana oturduk.Mekanda kendilerinin yaptığı alkol oranı düşük limonlu ve yaban mersinli biralardan içtik.
Pansiyonumuza dönerken prensese ait olduğu yazan güzel görünümlü ve ışıklandırılmış bir evin önünden geçtik.
        Son sabahımızda  dün gece pansiyona gelirken önünden geçtiğimiz “TOMA” isimli fırında kahvaltı yaptık. Burada çok çeşitli hamur işleri vardı . Hepsinden az az alarak yemeğe koyulduk. Ayrana benzer sattıkları içecek ayrandan daha koyu kıvamlı ve tuzsuzdu.
   



     Haberlerde izlediğimiz üzere oradaki son günümüzde Kalemeydan’da Ortaçağdan kalma işkence aletleri sergileniyordu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Kalemaydan’a doğru yola koyulduk. Yine Kalemeydan’ın içinde bulunan Askeri Müze’yi ziyaret ettik. Bu müzede Belgrad tarihine dair her detay kronolojik olarak maket, yazı ve fotoğraflarla sergileniyordu. Yer yer eski Osmanlı padişahlarını resimleri dahi vardı. Ortaçağdan kalma işkence aletleri sergisini de gördükten sonra Mihailova caddesinden hediyelik birkaç eşya aldıktan sonra pansiyonumuza geri döndük. Akşam yemeğini yemek için Skadarlija caddesini tercih ettik. Caddenin hemen girişindeki “Tri Sesira” isimli mekana oturduk. Sebze ve etlerin karışık bir şekilde pilav üzerine konulduğu çok lezzetli bir yemek yedik ve etli çorba içtik. Ertesi sabah geri döneceğimizden pansiyonumuza döndük.
Sabah erkenden uyandık ve daha önce anlaştığımız üzere kaldığımız pansiyon tarafından bir taksi ayarlanmıştı. Taksiye binerek havaalanının yolunu tuttuk. Havaalanına vardığımızda oturduğumuz bir kafede cheesecake yedik. Pasaport kontrollerimizi yaptırdıktan sonra Duty Free’ye uğradık. Fiyatlar sandığımız kadar uygun olmadığı için bie şey almadık. Belgrad’ın içinde daha uygun olduğu için geri dönmeden alkol, sigara vb. alışverişinizi yapmanızı öneririm. Uçağa bineceğimiz yere geldiğimizde telefonumun yanımda olmadığını fark ettim. Yaşadığım büyük panik sonrasında İbo durumu açıklayarak ve havaalanı polisine pasaportunu teslim ederek cheesecake yediğimiz yerde unuttuğum telefonumu alarak geri geldi. Yine Türk Hava Yollarını kullanarak 1 saat 20 dakikalık bir sürede Türkiye‘ye iniş yaptık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder